İbrahim Ethem Gören: Gülsemin Hanım okuyucularımıza kendinizi nasıl tanıtırsınız?
Gülsemin Velidedeoğlu: Ebru ve katı’ sanatçısı, mücadeleci, sabırlı ve azimli biri olarak tanıtırım. 1976 yılında Çorum’un Sungurlu ilçesinde doğdum. İlk ve orta öğretimini burada tamamladıktan sonra Konya Selçuk Üniversitesi Anaokulu Öğretmenliği bölümünden mezun oldum. MEB’de öğretmenim ve 2020 yılından itibaren Milli Eğitim Bakanlığı Geleneksel Sanatlar Lisesi için gelenekli sanatlarımızın ders kitaplarını hazırlayan kitap yazım komisyonunda çalışmaktayım.
Sanat yolculuğunuz nerede, ne zaman ve nasıl başladı?
2003 yılında Sadreddin Özçimi’nin ilk icazetli talebelerinden olan Gülden Gürdamar’dan ebru eğitimine başladım. Yedi yıllık yoğun bir emeğin ardından, 2010 yılında icazetimi alarak ebru eğitimimi tamamladım.
Aynı yıl katı’ sanatına ilgi duymaya başladım. 2010-2015 yılları arasında Hatice Uçar’dan katı’ eğitimi alarak bu alanda da mezun oldum.
Sanatta derinleşmek, desen bilgimi ve fırça hâkimiyetimi geliştirmek için uzun yıllar boyunca farklı hocalardan tezhip dersleri de aldım.
Tüm bu süreç boyunca sanat, benim için yalnızca estetik bir uğraş değil; bir varoluş biçimi, bir direnme ve yeniden var olma yolu oldu. Katı’ ve ebru ile geçirdiğim her yıl, geçmişte yaşadığım zor zamanları dönüştüren, iyileştiren ve beni ben yapan birer katman hâline geldi.
Ebru ile devam edelim isterseniz. Ebru sanatı nezdinizde hangi karşılıkları buluyor?
Sanatla hep iç içe oldum ama beni en çok etkileyen, en derin iz bırakan ebru oldu. Çünkü ebru, sadece bir sanat değil; bir felsefe, bir teslimiyet biçimiydi. İlk dersimde hocam, ebrunun felsefesinden bahsettiğinde ne demek istediğini tam anlamamıştım: “Ebru hayat gibidir; canlıdır, yaşar. Bir gün ikram olunursunuz, bir gün sınanırsınız. Uzun süre çok güzel ebrular yaparsınız ama bir gün gelir, yapamaz olursunuz. Her gün mükemmeli beklemeyin. Bekliyorsanız bu sanata başlamadan bırakın.”
O an hocamın sözlerini biraz abartılı bulduğumu itiraf etmeliyim. Ama zamanla her kelimesinin ne kadar doğru olduğunu yaşayarak öğrendim.
Gülsemin Velidedeoğlu: Ebru Teknesinde Hayatla Yüzleşiyorum
Ebru teknesine her yaklaştığımda hayatla yüzleştiğimi gördüm. Her şeyin yolunda gittiği bir anda, tekneye düşen minicik bir toz tanesi tüm emeği mahvedebiliyordu. Tıpkı hayatta da en ufak bir şeyin, en güzel planları altüst edebilmesi gibi... Her ebru, tıpkı her insan gibi biricikti, tekti ve kendi kaderini yaşardı.
Ebru ile sadece renkleri değil, kendimi de tanıdım. İçimde biriken kırgınlıklar, geçmişin yaraları teknenin başında yavaş yavaş çözüldü. Suya bıraktığım her damla boya, içimdeki sıkıntılardan bir parçayı da alıp götürdü. Ebru beni değiştirdi, iyileştirdi. Ruhum üretmenin hazzıyla doldu; güçlendim, başka bir insana dönüştüm. Yeni hayaller kurmaya, yeniden umut etmeye başladım. Ebru, sadece bir sanat değil; benim için hayatın ta kendisi oldu
Dünden bugüne ebru sanatı yolculuğunuza müşfikâne nazar etmek isteriz.
Sanat yolculuğuma başlarken içimde net olan tek bir şey vardı: Eğitimlerimi hanım hocalardan almak istiyordum. Ne bir ekolü biliyordum ne bir isim tanıyordum o zamanlar. Tek ölçüm mahremiyetti. Bu hassasiyetle attım ilk adımlarımı.
2003 yılında, İSMEK'te tanıştığım Gülden Gürdamar hocamla ebru eğitimine başladım. Kendisi sadece iyi bir sanatkâr değil, aynı zamanda derin bir inançla sanatını icra eden, her fırça darbesine zikir katan, mütedeyyin bir hanımefendiydi. Onun bu halini gördükçe ebrunun gerçekten bir “İslam sanatı” olduğunu daha iyi kavradım. Allah ondan ebeden razı olsun.
Gülden hocamın hocası Sadreddin Özçimi ile olan bağı çok kuvvetliydi. Bu vesileyle Sadreddin hocamızla da tanışma ve ondan istifade etme imkânım oldu. Bizi asla kendi talebelerinden ayırmadı. Onun ilim deryasından beslenmek benim için büyük bir nasip oldu.
Bir dönem Alparslan Babaoğlu’ndan battal ebru dersleri de aldım. Bununla birlikte beni imar eden, beni bu yola yerleştiren esas hocalarım Gülden Gürdamar ve onun hocası Sadreddin Özçimi’dir.
Ebrucu Velidedeoğlu: Ebru İlahi Güzelliğe Yaklaşma Çabasıdır
Bugün, sanatla olan bağımda taşıdığım her ilke, o ilk yıllarda hocalarımın gönlünden ve dilinden süzülen öğretilerin bir yansımasıdır. Bu yol, sadece teknik değil; edep, teslimiyet ve dua ile yürünmesi gereken bir yolmuş. Şükür ki bu yolda ilk adımı doğru ellerden almışım.
Bu süreçte ebru ve dahi tekne size neler öğretti?
Ebru, İslam sanatı olarak yalnızca renkli kâğıtlar üretmek değil, ilahi güzelliğe yaklaşma çabasıdır. Bu sanat, boyadan ve sudan öte bir anlam taşır. Ebrucu için her ebru, kaderin tezahürünü seyretme anıdır. Çünkü teknede ne kadar hazırlıklı, dikkatli ve ehil olursanız olun; her şey sizin kontrolünüzde değildir. Cüz’i iradenizle karar verir, renkleri seçer, deseni oluşturursunuz. Ancak o son anda -gözle dahi göremediğiniz bir toz tanesi havada süzülüp teknenize düşebilir ya da kâğıdı yatırırken eliniz hafifçe titreyebilir- ve tüm emeğiniz bozulabilir. O an size bir şey hatırlatır: "Sen yaparsın ama takdir eden Allah’tır." Hayatta da böyledir. Ne kadar arzu edersek edelim, her şey nasibimize yazıldığı kadardır. Ebru bana bunu öğretti. Nasibin ne olduğunu, teslimiyetin ne demek olduğunu... “Külli iradenin takdiri buymuş” diyebilmeyi, içtenlikle kabullenebilmeyi. Ebru sayesinde yalnızca renklerle değil, sabırla, tevekkülle ve dualarla yoğruldum. Bu sanat bana sadece desen çizmeyi değil; Rabbime sağlam bir teslimiyetle bağlanmayı öğretti. Geride kalan 22 yılda teknenizden binlerce ebru çıkardınız. Şüphesiz her bir çalışma, bir adım öte eser biricik olmakla birlikte nezdinizde özel hikâyesi, yeri olan bir ebru eserinizi rehberliğinizde teşrih masasına yatıralım. En çok battal ebruyu severim. Çünkü doğaldır... Fıtratı bozulmamış bir insan gibidir. Hilkatten gelen, kendiliğinden oluşan bir sadelik taşır. Suya düşen boya gibi, yaradılıştan tezahür eden yalın ve sahici… Ama bir de akkase ebruyu çok severim. Aslında bu ikisi, ebru sanatının iki ucu gibidir. Battal ne kadar özgürse, akkase o kadar kontrollüdür. Battal doğanın kendiliğindenliğini taşırken, akkase insanın iç dünyasını tasarımla dışa vurduğu, müdahaleyle şekillendirdiği bir formdur.
Akkaseyi biraz da bunun için mi seviyorsunuz?
Evet İbrahim Ethem Bey, akkase’yi sevmemin nedeni de bu: Tasarlayarak, düşünerek ve katman katman ilerleyerek içimi dışa yansıtabildiğim bir alan olması. Her ebru, kâğıda geçene kadar kalbimde bir çarpıntı gibidir. Ama akkase... O bu çarpıntının sarsıntılı hâlidir. Onlarca aşamadan geçerek tamamlanan bir eserde, en son katta oluşabilecek bir hata her şeyi bozabilir; o an büyük bir çöküş yaşarsınız. Ama aynı şekilde, tüm aşamaları geçip nihayetinde ortaya çıkan bir akkase ebru da tarif edilemez bir mutluluk kaynağıdır.
Gülsemin Velidedeoğlu: Ebru Sanatı Bir Ruh Halidir
Battal bana doğallığı, teslimiyeti; akkase ise sabrı, iradeyi ve kararlılığı öğretti. Belki de bu yüzden, ebru sanatı benim için sadece bir teknik değil, bir ruh hâlidir. Ve bu iki uç, sanat yolculuğumda beni hem içime hem de Yaradan’a yaklaştıran iki ayrı köprüdür.
Ebruya yeni başlayan bir sanat sevdalısını icazet sürecine kadar ne/neler bekliyor?
Klasik sanatlara gönül veren bir kişi, her şeyden önce bu yolculuğun kolay olmadığını kabullenmelidir. Bu yola adım atmak, uzun yıllar sabırla ve sebatla çalışmayı peşinen kabul etmek demektir. Bu da ancak bir ustaya tabi olmak ve o ustaya gönülden teslim olmakla mümkündür.
Sözün bu yerinde sanatta teslimiyeti de konuşalım dilerseniz.
Hay hay… Sanatta teslimiyet, sadece görünürde bir bağlılık değildir. Talebe, hocasının sözlerinden ve davranışlarından razı olabileceği, gönül bağı kurabileceği bir ustayı seçmeli ve onu yoldaşı bilmelidir. Bu yolda en temel erdemlerden biri de tevazudur. Talebe, yaşı ya da toplumsal konumu hocasından üstün olsa bile, ona hürmet göstermelidir. Zira unutulmamalıdır ki: “Hocaya hürmet eden, Rabbine hürmet etmiş olur.”
Sanatkâr Dedeoğlu: Klasik Sanatlar Geçmişin Mirası, Geleceğin Emanetidir
Klasik sanatlar bizim için yalnızca bir estetik alan değil, geçmişin mirası ve geleceğin emanetidir. Bu emaneti hakkıyla taşıyabilmek için sanatın iki yönünü doğru okumak gerekir: Eğitim ve üretim.
“Suyun Üstünde Yüzen Her Boya Ebru Değildir”
Özellikle ebru sanatı, bu ayrımı çok net biçimde hissettiren bir alandır. Ebru, eğitim sürecinde zor, üretim sürecinde ise kolay görünen sanatlardan biridir. Çünkü bu sanatta kişi uzun süre “çöpe çalışır.” Yani yaptığı birçok ebru, teknik yeterliliğe ulaşmadığı için kabul görmez. Bu noktada sabır ve kabullenme çok önemlidir. Çünkü herkesin bildiği gibi: Suyun üstünde yüzen her boya ebru değildir. Gerçek ebru; denge, oran, renk ahengi ve teknik incelik gerektirir. Geleneğin bize emanet ettiği bu sanatta kalite esastır. Kaliteye ulaşmamış ebruların, afişe edilmeden, öz eleştiriyle yok edilmesi gerekir. Aksi takdirde sanatın itibarı zedelenmekte, ortalık “ben de ebru yaptım” diyen ama geleneğin ruhunu tanımayan insanlarla dolmaktadır. Bu da internet başta olmak üzere birçok mecrayı "çöp ebrularla" doldurmakta ve sanatın değerini düşürmektedir. Ebruya ve tüm klasik sanatlara gönül veren herkesin, bu yolun sabır, sadakat ve yüksek bir bilinç gerektirdiğini unutmaması gerekir. Bu bir sanat yolculuğudur ama aynı zamanda bir nefis terbiyesidir.
Teşekkürler… Buradan katı’ sanatı yolculuğunuza adım atalım… Katı’ sanatı özelinde de her biri diğerinden âlâ keyfiyeti hâiz çalışmalarınız var. Ebrudan sonra katı’ sanatına hangi mülahazalarla yöneldiniz?
Katı’ sanatına aslında çok doğal bir arayışla başladım. Akkase ebruyu seviyor, daha iyi kesebilmek için pratik yapmaya çalışıyordum. Bir yandan da çöpe gitmesini istemediğim ebrularımı değerlendirmek istedim. Böylece katı’ ile tanıştım. Ancak tanıştığım şey sadece bir teknik değil, bana yepyeni bir ifade alanı sunan bir sanat oldu. Katı’daki özgürlüğü sevdim. Tasarımda sınır olmamasını, her sanat dalının katı’ya dönüşebiliyor olmasını hayranlıkla fark ettim. Bir hat levha, kesilip yapıştırılarak katı’lanabiliyor; tezhip desenleri altın yaldızla ışıldayan birer katı’ motifine dönüşebiliyor. Minyatürler katı’ ile boyut kazanıyor; çini desenleri ve renkleri kâğıtla yeniden can buluyor. Hatta bir mezar taşındaki motif ya da bir fotoğraftaki manzara bile katı’ tekniğiyle hayat bulabiliyor. Bu sınırsızlık beni cezbetti. Kalıpların dışına taşan, teknikle birlikte hayal gücünü besleyen bir dünya buldum katı’da. Ve bu dünyada kalmaya karar verdim. On beş yıldır bu sanatı icra ediyorum. Her bir kesikte, her bir detayda hem kendimi buluyor hem de geleneğin içinden doğan bu sanatın bana sunduğu özgürlüğü yeniden yaşıyorum.
Aldığınız eğitime, özellikle klasik katı’ sanatı, eğitim ve uygulama aşamalarına değinelim…
Katı’ sanatının günümüze ulaşmasında büyük emeği olan bir aile varsa, o da hiç şüphesiz Ünver Ailesi’dir. Bu kadim sanat, arşivlerin tozlu raflarından çıkarılarak yeniden hayat bulduysa, bu büyük ölçüde Prof. Dr. Süheyl Ünver’in titiz çalışmaları sayesindedir. Üstadımız Süheyl Ünver, katı’yı araştırarak gün yüzüne çıkarmış; ardından bu mirası, ailesi aracılığıyla yeni nesillere ulaştırmıştır. Kızı Gülbin Hanım ve gelini Dürdane Ünver Hanım, bu sanatın hem öğreticisi hem de yaşatıcısı olmuş, birçok katı’ sanatçısının yetişmesine vesile olmuşlardır. Özellikle Dürdane Ünver hocamızın hazırladığı müfredat, günümüzde katı’ eğitimlerinin temelini oluşturmaktadır. Bugün bu sanat dalında eğitim alanlar, bu müfredata bağlı kalarak öğrenim görmekte ve eser üretmektedir. Ben de bu müfredat çerçevesinde katı’ sanatı eğitimi aldım ve çalışmalarımı bu geleneksel çizgide sürdürmekteyim. Her bir eserimde hem bu müfredatın disiplinini hem de bu kıymetli sanat mirasına duyduğum saygıyı yansıtmaya özen gösteriyorum.
Bahsettiğiniz müfredat disiplini özelinde katı’ sanatının mirasını eserlere yansıtmak kolay olmasa gerek!
Bana göre katı’, klasik Türk sanatları arasında en zor olanlardan biri. Belki de bu yüzden icracısı az ve ustası nadir bulunuyor. Neden zor olduğunu sorarsanız; çünkü bir katı’ eserinin ortaya çıkışı, diğer sanatlara kıyasla çok daha fazla aşama ve ustalık gerektiriyor. Desen tasarımı, murakka yapımı, boyama gibi süreçler tezhip ya da minyatür gibi sanatlarda da vardır. Katı’da ise bu aşamalardan sonra asıl zorluk başlar. Boyanan kâğıtlar, ince bir işçilikle oyularak kesilir, kat kat yapıştırılır ve motifler uygun kompozisyonlarla bir araya getirilir. Yani boyama son değil, sadece bir başlangıçtır. Tüm bu zahmetli süreçlerin sonunda ortaya çıkan eser, detaylarıyla hem göze hem ruha hitap eder. Temiz bir işçilik ve sabrın ürünü olan katı’, izleyicisine estetik bir seyir keyfi sunar.
Bu noktada sanırım çok çalışmak, eskilerin deyimiyle “kesretü’l-meşk” ve sabır ön plana çıkıyor. Öz sanatlarımızın icrasında meşkin ve sabrın yeri nerededir?
Türk-İslâm sanatlarında "meşk", bir öğretim yöntemi olarak kullanılan ve hocadan talebeye bire bir aktarım esasına dayanan geleneksel bir eğitim tarzıdır. Bu yöntem, sadece taklit yoluyla öğrenmeyi değil, aynı zamanda birlikte çalışmayı, uygulamalı ders yapmayı ve hocanın hali ile hallenmeyi de kapsar. Talebe, hocasından öğrendiği eseri tekrarlayarak çalışır, sadece eserin teknik yönünü değil, hocasının üslubunu, tavrını ve sanata yaklaşım biçimini de içselleştirir. Böylece sadece bir bilgi aktarımı değil, aynı zamanda bir hâl aktarımı, yani bir ruh ve estetik anlayışın da geçişi sağlanır. Bu yönüyle meşk, teorik bilgiden çok, yaşayarak öğrenme temellidir. Talebe sabırla hocası “oldu” diyene kadar tabiri caizse hocanın dizi dibinde meşkle bu sanatı öğrenmelidir.
İlk profesyonel katı’ çalışmanız?
2012 yılında yaptığım “Hu Aşkı” ismin verdiğim ve Kültür ve Turizm Bakanlığı’nda ödül aldığım eser diyebilirim.
Efradını cami a’yarını mani tarzda bir katı’ eseri hangi özellikleri taşır?
“Ortaya konan her eser; yaratıcı bir tasarıma, özenli bir işçiliğe ve üstün kaliteye sahip olmalıdır.” Bu anlayış, sanatın özüyle uyumlu bir yaklaşımdır. Her sanat eserinde, yalnızca görsel bir estetik değil, aynı zamanda titizlikle işlenmiş bir süreç ve yaratıcı bir fikir yer alır. Bu süreçte her aşama büyük bir özenle yapılır; tasarımın her detayı, kullanılan malzemelerin kalitesi ve işçiliğin inceliğiyle eser hayata geçer. Kaliteli sanat, sadece görsel değil, izleyicisini düşündürmeli ve duygulandırmalıdır.
Bu meyanda sanatseverleri bir katı’ eserinize götürür müsünüz!
Bittabii… “Hu Aşkı” İlk Eserim. Bu eser, benim sanat yolculuğumun başlangıcını simgeler ve kişisel anlamı çok büyüktür. Göz yaşı damlası şeklindeki tasarım, insanın içindeki hüzün ve arayışları simgelerken, içinde yazılı Besmele İslam’ın kutsal başlangıcını ifade eder. Eserin tam ortasında, Râd Sûresi’nin 28’inci âyet-i kerîmesi “Kalpler ancak Allah’ın zikri ile mutmain olur” yer alır, ki bu da benim ruhsal ve sanatsal yolculuğumuza ilham veren bir mesajdır. Eserin etrafında kırk adet “Hu” (Allah’ın isimlerinden) kâğıt rengi içine gizlenmiş şekilde kesilip yapıştırılmıştır. Zikrin değerini vurgulamak amacıyla altınla işlenmiş ve bu “gizli” Hu’lar, sadece ruhsal gözle görülebilen bir kutsallığı simgeler. Eserin 41’inci “Hu”su, izleyicisinin içsel bir yolculuğa çıkmasını bekleyen bir vurgudur.
Dış pervazdaki şatafatlı ve gösterişli desen, aslında bir mesaj taşır: “Gizli yapılan her ibadetin sonu Cennet’te buluşmaktır.” Bu ifade, dış dünyada görünenin ötesinde bir derinlik ve hakikatin varlığını simgeler. Bu eser, sadece görsel bir çalışma değil, aynı zamanda ruhsal bir yolculuk ve tasarımdan çok daha fazlasını içinde barındıran bir anlam dünyasıdır.
Atölye çalışmalarınız ve katıldığınız sergiler için de bir paragraf açalım dilerseniz.
İstanbul Başakşehir’de şahsıma ait on yıldır “VELİDEDEOĞLU SANAT” adı ile atölyem var. Üretimimi orada yapıp talebe yetiştiriyorum. Yurt içinde kişisel ve atölye sergileri başta olmak üzere elliden fazla sergide eserlerim yer aldı ve yurt dışında da karma sergilere katıldım. Bunları detay detay yazmak yerine katıldığım yarışmalara ve özel projelere değinmek isterim.
Lütfen...
2010 yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından düzenlenen Ananevi Türk Ebrusu Mustafa Esat Düzgünman ebru yarışmasında “Hatip Ebrusu” dalında BİRİNCİLİK ödülü. İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı(nın hazırladığı İstanbul'un Ustaları Web Sitesi ve Haritasında yer aldım ve koyu battal ebru eserim Geleneksel Türk Kitap Sanatları “Bugünün Ustaları” kataloğunda yer aldı ve sergilenmeye değer bulundu. 2011 yılında İSMEK’in “Sevgi, Kardeşlik ve Hoşgörü” konulu branş yarışmasında ebru dalında BİRİNCİLİK ödülüne layık görüldüm. 2012 yılında Klasik Türk Sanatları Vakfı’nın “Mehmet Akif “projesinde yer aldım. 2012 yılında Gelenekten Geleceğe Türkiye Buluşmaları 2’de ebru dalında BİRİNCİlik aldım. 2013 yılında İSMEK'in "İstanbul ve Sanat" konulu branş yarışmasında ebru dalında BİRİNCİLİK kazandım. 2015 yılında 7TEPE7SANAT ULUSLARARASI GELENEKSEL SANATLAR yarışmasında Ebru dalında BİRİNCİLİK aldım. 2015 Kültür ve Turizm Bakanlığı 18. Devlet Türk Süsleme Sanatları Yarışmasında KATI' eserim sergileme; 2020 ve 2022 yıllarında düzenlenen Kültür ve Turizm Bakanlığı 20’inci ve 21’inci Devlet Türk Sanatları Yarışmasında KATI' eserlerimle mansiyon ödülü aldım.
Bununla birlikte, talebelerim de büyük bir başarı elde etmeye başladılar. Son olarak, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından düzenlenen son yarışmada bir talebemin eseri başarı ödülüne layık görüldü ve envantere kaydedildi. Bu an, kendi başarılarımın çok daha ötesinde bir mutluluk kaynağı oldu. Öğrencilerimin elde ettiği başarıları görmek, benim için en büyük ödüldür.
Atölye dışında nerede ders veriyorsunuz? Sanatseverler size nasıl ulaşabilir?
Sanat çalışmalarımı kişisel atölyemde sürdürmenin yanı sıra, Başakşehir Belediyesi Şehir Sanat Atölyeleri bünyesinde katı’ sanatı dersleri vermekteyim. Hem geleneksel çizgiden sapmadan üretmeye hem de bu kadim sanatı yeni nesillere aktarmaya gayret ediyorum. Çalışmalarıma ve duyurulara aktif olarak kullandığım Instagram hesabıma @velidedeoglusanat üzerinden ulaşılabilir.
7-11 Mayıs tarihleri arasında Ankara’da düzenlenen Uluslararası İslam Fuarı’na katıldınız. Fuar izlenimlerinizi almak isteriz.
Geleneksel sanatlarımız, insana hayat veren; insanın da hayat vermesi noktasında Cenab-ı Allah’ın iradesinin sanatkârlar üzerinde tecelli ettiği bir hakikattir. Yüzyıllar boyunca insanlar, bu zarif dokunuşlarla ruhen beslenmiş, bu sanatlarla hayat bulmuşlardır. Bugün ise, İslam Sanatları Fuarı, kadim medeniyet birikimimizin (müktesebatımızın) bize ikram ettiği değerlerle yeniden yüz yüze gelebilme imkânı sunmuştur. Bu sanatların icracılarını bir araya getirerek, geleneksel sanatlarımızın zarif örneklerinin sergilenmesine vesile olması açısından son derece kıymetli bir organizasyon olmuştur. Fuarın düzenlenmesinde emeği geçen Diyanet İşleri Başkanlığı'na ve Türkiye Diyanet Vakfı’na gönülden teşekkür ederim.
Sizin ilave etmek istediğiniz hususlar.
Bana bu platformda kendimi ve sanatımı anlatma imkânı verdiğiniz için çok teşekkür ediyorum.
Son olarak okuyucularımıza mesajınızı almak isteriz.
Sanat, Allah’ın insanlara verdiği en değerli nimetlerden biridir. Bu nimeti, iyiye ve güzele doğru kullanmak, insanın sorumluluğudur. İnsan, sahip olduğu cevheri en güzel şekilde işlemesi ve iyiye yönlendirmesi gereken bir varlıktır. Sanat, insanı Allah’a yaklaştıracak, ona ruhsal bir derinlik katacak, onu saflaştıracak bir araçtır.
Gülsemin Velidedeoğlu: İnsan Uğraştığı İşin Eseridir
Dede Efendi bu konuya değinirken sanat için, “İnsanın ruhunu saflaştıran bir ilimdir” der. Peki, bu ilim saflaştırıyorsa, saf gönülde kin, haset, kıskançlık ve kötülük barınabilir mi? Elbette hayır. İnsan, uğraştığı sanatla arınmalı, kalbi temizlenmeli ki kemâlâta ulaşabilsin. Unutmayalım ki, insan uğraştığı işin eseridir. Ne ile meşgul oluyorsak, gönlümüz neye meylederse işlerimiz de ona dönüşür. Dertle uğraşıyorsak, dert; güzellikle uğraşıyorsak, güzellik hayatımıza yansır.
Ebru ve Katı’ Ustası Velidedeoğlu: Sanatsız insan olmaz
“Küp dışına o sızar, içinde ne varsa sirke varsa sirke, bal varsa bal sızar.” derler. Bu, insanın içindeki güzellik ve kötülüğün dışa yansımasını anlatan harika bir vecizedir. Güzellik, ancak sanatla var olabilir. Çünkü sanatsız insan olmaz, zira insanın kendisi, Allah’ın yaratmış olduğu en mükemmel sanat şaheseridir. Eğer Cenab-ı Hakk’ın yarattığı her şey bir sanat eseri ise, bizler de birer sanat eseri isek, o zaman neden sanattan uzak duralım?
Son olarak, ne yaparsanız yapın, gönülden yapın. Severek ve isteyerek yapın. Çünkü:
Dil söyler, kulak dinler; kalp söyler, kâinat dinler. Her yaptığınızı en iyi şekilde yapmaya gayret edin. Başarı zaten arkasından gelecektir.
İbrahim Ethem Gören/20.05.2025/Yazı No: 450